''Öldürmeyi Reddetmek Suç Değildir!
318e HAYIR !''
5 Aralık 2007
"Vicdani
retçiler ve destekçileri üzerinde demoklesin kılıcı gibi ağır bir
tehdit aracı olan TCK 318/1-2 halkı askerlikten soğutma suçlaması,
vicdani retçilere görüşleriyle, yazılarıyla destek veren
yazarlar-aydınlar üzerinde de önemli bir baskı aracı olmakta, düşünce ve
ifade özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırmaktadır"
'Halkı askerlikten soğutma' suçlamasıyla yargılanan İHD-Ankara
Şubesi-Vicdani Ret Çalışma Grubu üyesi 3 kişi dün (04.12.2007) yapılan
2. duruşmada beraat ettiler. Konuyla ilgili yapılan basın
açıklamasını ve Avukat Senem Doğanoğlu'nun savunmasını
sunuyoruz.
BASINA ve KAMUOYUNA
Öldürmeyi Reddetmek Suç Değildir! 318e HAYIR !
18 Nisan 2007'de, Ankara-Yüksel Caddesi, İnsan Hakları Anıtı önünde, "Vicdani
Retçi Halil Savda ile Dayanışma Eylemi" sırasında; basın bildirisi
okumak ve "Asker Olma" yazılı pankart açmak suretiyle Halkı Askerlikten
Soğutma suçlamasıyla, TCK 318/1-2den haklarında dava açılan Serpil
Köksal, Murat Dünşen ve İbrahim Kızartıcı'nın, Ankara 4. Sulh Ceza
Mahkemesi'nde görülen davalarının 2. duruşması bugün yapıldı.
Vicdani retçiler ve destekçileri üzerinde demoklesin kılıcı gibi ağır
bir tehdit aracı olan TCK 318/1-2 halkı askerlikten soğutma suçlaması,
vicdani retçilere görüşleriyle, yazılarıyla destek veren
yazarlar-aydınlar üzerinde de önemli bir baskı aracı olmakta, düşünce ve
ifade özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırmaktadır.
Bugün yüzlerce savaş karşıtı, anti-militarist, demokrat bu tehditle
karşı karşıyadır ve pek çoğu bu maddelerden yargılanmakta, ya sivil
ölüme mahkum edilmekte veya ağır cezalara çarptırılmaktadır.
TCK madde 318in ceza karşılığı 6 aydan 2 yıla kadar hapistir. Ama bu suç,
basın yoluyla işlenirse, yarı oranında arttırılarak 1 yıldan 3 yıla
kadar hapis cezasına dönüşmektedir. Bununla da yetinmeyen devlet, Madde
318i, 2006 yılının Haziran ayında kabul edilen Terörle Mücadele
Yasasının kapsamı içine almış ve vicdani reddi bir örgütlü suç, bir
büyük tehlike olarak göstermiş, cezaları da 1.5 yıldan 4.5 yıla kadar
arttırmıştır.
Yani bu ülkede herhangi bir yazar ya da aydın kişi, ben vicdani
retçileri destekliyorum derse, 4.5 yıl hapis yatma riskiyle karşı
karşıyadır.
Bilindiği gibi anti militarist düşünce; militarizmin tüm yapı, kurum ve
anlayışına karşı topyekün mücadele eder. Savaşa, silahlanmaya ve
toplumun askerileştirilmesine karşı çıkarak halkı askerlikten
soğutmaya çalışır. Bu anlamda madde 318, savaş karşıtlığını ve anti
militarist düşünceyi de yasaklamaktadır.
Değerli basın mensupları,
-Türkiye Avrupa Konseyinin kurucu üyesi olmasına rağmen, 47 üye ülkenin
içinde vicdani ret hakkını anayasal bir hak olarak tanımayan tek ülkedir.
Vicdani Retçi O. Murat Ülke davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
tarafından mahkûm edilen ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine; 2007
Ekim ayına kadar yasalarını bu yönde değiştireceğine söz veren Türkiye
Hükümeti bu taahhüdünü derhal yerine getirmelidir.
- Vicdani retçilere uygulanan baskı ve engeller derhal sona erdirilmeli,
altına imza atılmış olan, Uluslararası Sivil ve Medeni Haklar Sözleşmesi
(USMHS)nin 18. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)nin 9.
maddesi derhal uygulanmalıdır.
- Terörle Mücadele Yasası kapsamına sokularak daha da ağırlaştırılan,
TCK Madde 318 derhal kaldırılmalı ve süren yargılamalar
sonlandırılmalıdır,
Değerli Basın Mensupları,
Bu suçlamayla karşı karşıya bulunan tüm insanların, haksızlığa karşı
itaatsizlik eylemlerini, demokratik hakların kullanımı olarak
gördüğümüzü, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiğimizi
ve Halkı Askerlikten Soğutma suçlamasına konu olan bildiriyi de,
düşüncenin ifade edilmesi hakkının kullanımı olduğu sebebiyle
desteklediğimizi buradan bir kez daha ifade etmek istiyoruz.
Ve konuya ilişkin olarak; İHD GENEL MERKEZİ, HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ,
VİCDANİ RET PLATFORMU, DÜŞÜNCE SUÇUNA KARŞI GİRİŞİM, KAOS GL, PEMBE
HAYAT, IRKÇILIĞA VE MİLLİYETÇİLİĞE DURDEnin çağrısıyla başlatılan imza
kampanyasına gönüllü olarak katılan ve her gün katılmaya devam eden ve
böylece bu suça gönüllü olarak ortak olan yüzlerce insanın
taleplerini de sizlere ve kamuoyuna iletiyoruz.
İnsan Hakları Derneği - Ankara Şube
Vicdani Red Çalışma Grubu
**
4.SULH CEZA MAHKEMESİNE
ANKARA
DOSYA NO: 2007/592 E.
SANIK : Serpil Köksal
MÜDAFİ : Av. Senem Doğanoğlu
Hanımeli Sk., 15/1, Sıhhiye, Ankara
KONU :Anayasaya aykırılık itirazlarımıza dair ek dilekçedir.
Dosyada mevcut savunmamız kapsamında TCK md. 318in Anayasaya aykırılık
teşkil ettiğini ifade etmiş ve gerekçeleriyle beraber hükmün iptali için
dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştik. İşbu dilekçe
ile de Anayasaya aykırılık itirazlarımızı detaylandırmak istiyoruz.
1. BELİRLİLİK İLKESİ (AY md.2, AY md.38) ve TCK md. 318
Belirlilik ilkesi hem hukuk devleti ilkesinin hem de bireysel temel hak
korumasının bir ifadesi olarak kabul edilmektedir. Zira;
Belirlilik ilkesi öncelikle hukuk devleti ilkesinin alt ilkesi olan
hukuksal güvenlikle doğrudan bağlantılıdır; birey, yasadan belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın
bağlandığı, bunların devlete ait hangi müdahale yetkisini doğurduğunun
anlaşılabilmesi durumunda ancak kendine düşen yükümlülükleri öngörebilir
ve davranışını ayarlayabilir.
İkinci olarak erkler ayrılığı ilkesiyle bağlantılıdır; çünkü belirlilik
ilkesi olmaksızın yasamanın esaslı kararları alması zorunluluğu anlamını
yitirir. Yasama, soyut düzenlemelere başvurma yoluyla somut ve nesnel
kararları yargıya bıraktığında, yürütme tek başına kendisini hem
yönlendiren hem de denetleyen bir yargı erkiyle karşı karşıya kalmış
olur. Oysaki yürütmenin sınırlanması ve denetimi hem yargı hem de yasama
erki tarafından sağlanır.
Üçüncü olarak bu ilke yürütmenin yasayla bağlılığı ilkesiyle
bağlantılıdır; yasa yeterli somut veriler içermeyip, hukuku uygulayan
yürütme organına her türlü yorum olanağını tanıması durumunda yürütmenin
yasayla bağlılığı ilkesi içi boş bir söylemden öteye gidemeyecektir.
Son olarak tüm yaşamsal alanların yasama erkince yasa yapma yoluyla
düzenlenmesi zorunluluğu, yani anayasada öngörülen, siyasal sistemin ve
yürütmenin işleyişine ve temel hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınmasına ilişkin anayasal normların yasalarla somutlaşması zorunluluğu,
bu zorunluluğun da ancak açık ve belirli yasalarla yerine
getirtilebileceği gerçeği, belirlilik ilkesinin demokratik devlet
ilkesiyle de bağlantısını göstermektedir (Can, O.: Belirlilik İlkesine
Anayasal Bakış, syf.93, AÜEHFD, C. IX, S.1-2,2005).
Belirlilik ilkesi Anayasanın 2. maddesinde ve 38. maddesinde hüküm
altına alınmış hem yasa koyucuya hem de yasa uygulayıcıya yönelik bir
ödev niteliğindedir. Bu ödev, ceza normunun yasaklamaya çalıştığı fiilin
bütün unsurlarını hiçbir şüpheye yer vermeyecek biçimde saptanması
zorunluluğuna anayasal zeminde işaret eden bir ödevdir. Aynı şekilde
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 11/2. maddesi, Birleşmiş Milletler
Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 15/1. maddesi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 7/1. maddesi uluslar arası insan hakları hukuku düzeni
açısından belirlilik ilkesine müdahale niteliğindeki düzenlemeleri
yapmaktan taraf ülkeleri men etmektedir.
Ceza normları açısından belirlilik ilkesinin anayasal düzeyde güvence
altına alınma biçiminin diğer yasal düzenlemeler açısından aranacak
belirlilik ilkesine göre daha katı ve istisnalara açık olmayan bir yapı
arz ettiği açıktır. Buna rağmen belirsiz hukuksal kavramlar dizisinin
hukuk tekniği itibariyle yasa koyucu tarafından tercih edilebileceğinin
düşünülecek olması halinde dahi belirli kriterlere uyulması yine
Anayasanın lafzı, bağlayıcılığı ve temel hakların güvence altına
alınması itibariyle gerekmektedir.
Niteliğine göre temel haklara müdahalenin ağırlığı oranında belirginlik
artmalı, yasa tekniği açısından daha somut düzenleme ve daha belirgin
kavram kullanma olanağı olmamalı, başvurulan belirsiz hukuksal kavram en
azından yargılama ya da hukuksal yorum yöntemiyle belirlenebilir
olmalıdır (Can, O.: agm. syf.102) .
TCK md. 318 bir ceza normu olarak öncelikle lafzı itibariyle belirlilik
ilkesinin dışına çıkan bir düzenleme getirmektedir. Gai açıdan
sistematik bir yorum ise yukarıda anılan kriterlere uymayan bir yapıyı
ortaya çıkarmaktadır. Nitekim TCK md. 318 doğrudan Anayasal güvence
altında olan düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına ve ihlal
halinde hürriyeti bağlayıcı ceza öngörmesine yönelik bir düzenleme
getirirken temel haklara müdahale etmekte ve bu ağırlığa uyabilecek bir
belirginlikte düzenleme getirmemektedir. Maddi unsuru tanımlamak üzere
tercih edilen kavram dizini soğutmak gibi belirli olmayan bir kelimeye
referansla hüküm altına alınmaktadır.
Dosyaya sunmuş olduğumuz beraat ve takipsizlik kararları ile açıkça
görülebileceği üzere TCK md. 318 ile yasaklanmaya çalışılan fiil
yargısal yorum ile de suç olmaktan çıkma eğilimindedir. Hatta bu
maddenin kadük olduğu bile söylenebilir.
Açıklanan nedenlerle TCK md. 318 Anayasanın 2. ve 38. Maddelere
aykırıdır, iptali gerekmektedir.
2. İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ (AY md. 13, 25, 26) ve TCK md.318
Modern Ceza Hukuku anlayışı gereğince, Ceza Kanunları yasaklar mecmuası
değildir. Aksine insan hak ve temel özgürlüklerinin gerek politik güçten,
gerek bir takım gruplardan gerek kişilerden gelecek saldırılara ve
tehditlere karşı korunması, bireylerin toplumda özgürce yaşayarak
kişiliğini geliştirebilmesi amacına yönelmiştir (Dağlı Y.: TCK 159.
madde Kapsamında İfade Özgürlüğü, İfade Özgürlüğü ve Türk Ceza Hukuku
içinde, syf.154, Ceza Hukuku Derneği Yayınları, İstanbul 2003).
İfade özgürlüğünün insan hakları temel kategorileri açısından diğer tüm
özgürlüklerin kullanımının şartını veya temelini teşkil ettiği açıktır.
Bilindiği üzere, Anayasanın 25 ve 26. maddeleri ile İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesinin 18. ve 19. maddeleri, Birleşmiş Milletler Medeni
ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 18. ve 19. maddeleri, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 9. ve 10. maddeleri bu özgürlüğü güvence altına almaktadır.
Bu maddeler kapsamında düşünme ve görüş sahibi olmak ile bu özgürlüğün
kullanımı neticesinde bu kanaatleri açıklamak ve yaymak eylemleri koruma
kapsamında değerlendirilmektedir. Hatta muhakeme konusu itibariyle
altını çizmekte fayda görüyoruz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.
maddesine paralel Anayasanın 26. maddesi düşüncelerin açıklanması ve
yayılmasından söz etmektedir ki, bu ifade biçimi propagandayı kapsar
şekilde anlaşılmaya daha elverişlidir (Erdoğan, M.: İfade Özgürlüğü ve
Sınırları, İfade Özgürlüğü, İlkeler ve Türkiye içinde, syf.32, İletişim
Yay., İstanbul, 2007).
İfade özgürlüğünün kullanımına ilişkin sınırlar tespit edilirken
Anayasanın ve uluslar arası standartların gözetilmesi gerektiği
tartışılmazdır. Ancak bu özgürlüğün kullanımı ile ceza hukuku ilişkisi
kavranmaya çalışırken hem modern ceza hukuku anlayışı hem de insan
hakları doktrini ışığında çözüm bulmak gerekmektedir. Bunun için de
soruna suçtan ve cezadan değil, özgürlüğün kendisinden yola çıkan bir
çözüm bulunmalıdır. Sonuçta sınırlandırılan ve asli olan bir temel
özgürlük, onu sınırlandıran ve cezalandırılan ise araçtır (Altıparmak
K.: Kutsal Değerler Üzerine Tezler v. İfade Özgürlüğü:Toplu Cevap,
İfade Özgürlüğü, İlkeler ve Türkiye içinde, syf.74, İletişim Yay.,
İstanbul, 2007).
Muhakeme konusu halkı askerlikten soğutma suçu, ifade özgürlüğü
kullanımını Anayasaya ve uluslar arası sözleşmelere aykırı olarak
sınırlandırmaktadır. Bu sınırlandırmanın ne şekilde vusule geldiğini
izah için Anayasal ve sistematik yorum araçlarına başvurmak ve
özgürlüğün güvence altına alındığı bir yapıda bu maddenin yorumunu
yapmak zorunluluğundayız.
TCK md. 318, Millete ve Devlete Karşı Suçlar başlığı altında dördüncü
kısmın altıncı bölümünde Milli Savunmaya Karşı Suçlar kapsamında hüküm
altına alınmıştır. Siyasal düzen normları olarak ifade edilebilecek
ilgili kısım modern siyasal düzene ilişkin hükümleri ihtiva etmektedir.
Dolayısıyla kaçınılmaz olarak siyasal sistemin bu ceza normu kapsamında
teşhisi gerekmektedir.
Machiavelli, Jean Bodin, Hobbes, Locke, Hegel ve Carl Schmittten beri
bilindiği üzere doğal birey sorunu olarak etik, siyasal sistemlerle
ilişkilendirilebilir değildir. Dolayısıyla, siyasal sistemlerin etik
kaygıları olmayıp, en iyi ihtimalle siyasal gerçekliklerin pragmatizmine
göre hareket ettiği düşünülecek olursa (Can O.: Hukuk-Özgürlük-301,
İfade Özgürlüğü, İlkeler ve Türkiye içinde, syf.58, İletişim Yay.,
İstanbul, 2007 ), herhangi bir yasaklayıcı hüküm inanç yaratamaz.
Kurumsal onur olamaz. Siyasal ve kurumsal yapılar ve benzeri soyut
paradigmalar başlı başına bir değer olarak onur sahibi yapılar
olmadıklarından, hakaret edilebilir büyüklükler de değildirler. Bu yönde
getirilecek yasakların anayasal temeli de bulunmamaktadır(Can, O.: age,
syf.68).
Halkı askerlikten soğutma suçunda, suçun konusu askerliği savunan bir
kişinin savunma özgürlüğünü ihlal etme değil, bizzat askerlikten
soğutmaktır. Yasa koyucu değerle değere dayanan haklar arasında bir fark
gözetmemekte ve kurum ve kuruluşlara manevi şahsiyet
atfetmektedir(Altıparmak K., age, syf. 102). Halkı askerlikten soğutma
suçunda kendisine karşı suç işlendiği iddia edilen yapı milli savunma
olarak ifade edilen kurumdur. Bu anlamda korunmaya çalışılan kuruma
kendiliğinden değer atfedilmekte ve değere dayanan haklar değil değerin
bizatihi kendisi yasa yapma tekniğine aykırı olarak cezai himaye
görmektedir. Hâlbuki kriminal anlamda, dogmatik açıdan bir değerin
rencide edilecek bir şerefi ya da saygınlığı olamaz(Aydın Ö.D.: YTCK
Açısından Salt İfade Suç Tiplerine Eleştirel Bir Bakış, Hukuki
Perspektifler Dergisi, syf.138, s.6, Mayıs 2006).
İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması perspektifinden ele alınması
gereken TCK md. 318, ifade özgürlüğünün korunmasının esas alınmasının
gerektiği bir durumda yine Anayasaya aykırı olarak korunmanın kapsamını
değiştirmekte ve kamu düzenini bozanın, ifade özgürlüğünü kullanan kişi
olduğu varsayılmaktadır. Bu tip tartışmalı durumlarda özgürlüğün esas
alınması gerekmektedir. Zira devletin görevi çoğulculuğu yok ederek
gerginliği ortadan kaldırmak değil, çatışma içindeki grupların
birbirlerini hoşgörüyle karşılamalarını sağlamaktır (Şerif v. Yunanistan,
14.12.1999).
Bununla birlikte, manevi şahsiyet atfedilen kurumların ceza hukuku
ilkeleri nezdinde korunma biçimlerinin genellikle salt ifade suçları
olarak ifade edilen muhakeme konusu gibi suç tipleri şeklinde ortaya
çıktıkları görülmektedir. Bu tip suçlar, halkı askerlikten soğutma suçu
da dâhil olmak üzere soyut tehlike suçu olarak ifade edilen tehlike
suçları yaratmaktadır. Halbuki, devletin şahsiyetine karşı suçlar
bölümüne tehlike suçu diye izah edilen hükümlerin ithal edilmesinde
devlete bahşedilen cezai himayenin genişletilmesi ve böylece demokratik
devletin esasını teşkil eden politik hürriyet alanının aşırı derecede
kısıtlanması tehlikesi mevcuttur(Toroslu N.: Cürümlerin Tasnifi
Bakımından Suçun Hukuki Konusu, syf.356, AÜHF Yayınları, 1970, Ankara).
Her halde tipikliğin asgari vuzuha kavuşamadığı bu çeşit suçlarda, ne
istendiği bilinmeden konulan bu çeşit hükümlerde, hukuku olağan üstü
tahrip gücü saklıdır (Erem F.: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, syf. 43,
Ankara, 1968).
AİHS, ifade özgürlüğünün ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya
kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın veya genel ahlakın, başkalarının
şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve
tarafsızlığının sağlanması amaçlarıyla kısıtlanabilmesi için üç şartın
varlığını bir arada aramaktadır. Bunlar; sınırlamanın kanun ile olması,
meşru ve haklı bir amaca dayanması, demokratik bir toplumda gerekli
olması olarak öngörülmüştür.
Mahkeme içtihatları çerçevesinde bu şartları kısaca izah etmek istiyoruz.
Birinci koşulu teşkil eden sınırlamanın kanun ile yapılması şartı tek
başına yeterli olmayıp aynı zamanda tüm vatandaşlarca ulaşılabilir ve
açık, belirgin ve kesin olmalıdır (Observer, Guardian v. Britanya).
İkinci şartı oluşturan sınırlamanın meşru ve haklı bir amaca dayanması
şartını mahkeme içtihatları gereğince ifade etmek istiyoruz. Zira her
somut olayda meşru ve haklı amaç tespit edilirken referans gösterilen
kararlar aynı zamanda ifade özgürlüğünün sınırlanmaya değer görülüp
görülmediğinin de sınırlarını çizmektedir. Buna göre; politik konularda
ifade özgürlüğü daha geniştir (Sürek, Özdemir v. Türkiye), şiddet
içermeyen direniş çağrısı yapılabilir (Incal v. Türkiye), taraflı
düşünce açıklanabilir (Okçuoğlu v. Türkiye, Erdoğdu v. Türkiye),
düşünceler sert bir üslupla açıklanabilir (Ceylan v. Türkiye) ,haber
abartılı ve provoke edici olabilir(Thoma v. Luxemburg).
Son şartı oluşturan demokratik toplumda gerekli olma şartı ise bir takım
alt ilkelerle desteklenmektedir. Buna göre baskın sosyal gereksinim
olmalı ve kısıtlamanın bir etkinliği de olmalıdır (Open Door v. İrlanda).
Gereklilik inandırıcı bir şekilde ortaya konmalıdır (Thorgeir
Thorgeirson v. İzlanda). Bunun gibi, kısıtlama ile elde edilmek istenen
amaç ile yaptırımın şiddeti ve niteliği arasında orantı
olmalıdır(Lingens v. Avusturya).
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesine Ek 1. Seçmeli
Protokolü imzalayıp Kasım 2006da onaylayan Türkiye, BM İnsan Hakları
Komitesinin kararlarını da iç hukukta doğrudan uygulama mükellefiyeti
altına girmiştir. İfade özgürlüğü konusunda temel kararlardan birini
oluşturan 21 Temmuz 1994 tarihli karar şu şekildedir: Zorlu siyasal
şartlar altında ulusal birliği güvenceye almak ve güçlendirmek gibi
meşru bir amaca, çok partili demokrasinin, demokratik ilkelerin ve insan
haklarının ağzını kapatmaya çalışılarak ulaşılamaz.
TCK md 318, ifade özgürlüğüne yönelik getirilmiş bir kısıtlamadır. Bu
kısıtlama kesin ve belirgin olmadığı için kanunla konulma şartına, soyut
tehlike yaratmak suretiyle meşru ve haklı bir amaç kapsamında
değerlendirilemeyeceğinden bu doğrultuda yapılması gereken kısıtlama
sınırına ve nihayet demokratik bir toplumda gerekliliğe alt ilkeleri
dahi karşılayamadığı için bu şarta da aykırıdır. Bu açılardan ayrıca
Anayasa md. 13e de aykırı olduğu açıktır.
Anayasa md. 13 hükmüne aykırı olarak sınırlanan Anayasa md.25 ve 26.
güvence altına aldığı düşünce ve ifade özgürlüğü TCK md. 318i izah
edilen nedenlerle açıkça Anayasaya aykırı hale getirmektedir.
3. İNSAN HAKLARI ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELERİNİN İÇ HUKUKTA DOĞRUDAN
UYGULANMASI (AY md. 90) ve TCK md. 318
TCK md. 318, dosya içinde mevcut beyanlarımız ve yukarıda izah edilen
gerekçelerle usulüne göre imzalanıp yürürlüğe konulmuş uluslararası
insan hakları hukuku sözleşmeleri ile bu sözleşmelerin uygulanmasına
dair kararların içeriğine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Dolayısıyla Anayasa md. 90/son ile hüküm altına alındığı üzere bu
düzenlemelerin iç hukukta doğrudan uygulanması ilkesi TCK md 318 ile
ihlal edilmekte ve Anayasaya aykırılık ortaya çıkmaktadır.
SONUÇ VE İSTEM : Anayasa md. 152 gereğince Anayasaya aykırı olup iptali
gereken TCK md. 318in Anayasa Mahkemesine götürülmesine ve bu nedenle
DAVANIN GERİ BIRAKILMASINA karar verilmesini saygılarımızla talep ederiz.
30.11.2007
Sanık Serpil Köksal
Müdafii Av. Senem Doğanoğlu
http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=8&ArsivAnaID=42421 |